2. Kitap Bölüm 8
örneğidir ki, çobanından ve sürüsünden ayrılıp kaybolur. Bütün
gününü şaşkın şaşkın gidip gelmelerle bitirir. Gece olunca başında
çobanı bulunan bir sürü görür, o sürüye katılır ve gecesini bu
sürünün ağılında geçirir. Çoban sürüsünü meraya salmak istediği
zaman, bu yitik koyun çobanını ve sürüsünü tanımaz olur. Tekrar
çobanını ve sürüsünü bulmak için şaşkın bir halde sağa sola gider
gelir. Derken başında çobanı bulunan bir sürü görür, bu sürüye
sığınır, onlara katılır. Çoban ona seslenir: “Gel çobanına ve sürüne
katıl. Sen kaybolmuşsun, şaşırmışsın Çobanından ve süründen
uzaklaşmışsın.” Ama o şaşkın, yitirmiş olarak sağa sola koşuşmaya
başlar. Çobanı, yol göstereni, güdücüsü olmaksızın, önünü kesip,
doğru yola yöneltecek bakıcısı olmadan gezinip durur. Derken kurt,
bu koyunun kayboluşunu fırsat bilir ve koyunu yer. Aynı şekilde,
Allah’a yemin ederim ki, ey Muhammed! Şu ümmetten kim, Allah, Azze
ve Celle’nin tayin ettiği özellikleri belli ve adil bir İmamı
olmazsa kaybolur, yolunu şaşırır. Eğer bu şekilde ölürse küfür ve
nifak üzere ölmüş olur.
Bil ki, ey Muhammed! Zorba imamlar ve onların tabileri Allah’ın
dininden soyutlanmışlardır. Hem kendileri sapmış hem de başkalarını
saptırmışlardır. “Rablerine kâfir olanların örneği, bir küle benzer,
kasırga estiği bir günde bu kül, yelle savrulur gider.
Kazançlarından hiçbir şey elde edemezler, işte budur doğru yoldan
çok uzak bir sapıklık.>> (İbrahim, 18)” (Usul-u Kâfi sh 250-251
H.468.)
“... Hüseyin b. Ebu Alâ, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’dan
şöyle rivayet etmiştir: İmama dedim ki: “Yer yüzü imamsız kalır mı?”
<<Hayır.>> dedi.” (Usul-u Kâfi sh 242 H.446.)
Kabul ettikleri bir İmam’a bağlanmayı İmanın şartlarından saydıkları
başka rivayetleri de vardır, Bu rivayetlerle, İmam olmayabilir
şeklinde tahdis ettikleri rivayet çelişkilidir. İslam dininde inanç
birliğini savunmak ayrı şeydir, İslam dinini, mevcut olsun veya
olmazsın siyasallaştırdıkları İmam kavramına bağlayıp, İslam dini
adına kargaşa çıkarmak ayrı şeydir. Kur’an’ın İslam Dininde amel ve
inanç birliğini sağlayan bir imam olduğu hiç mi akıllarına gelmiyor.
Devlet başkanı şeklinde İslam da bir imamın olması da,
peygamberimizin yaptığı gibi biat yene seçimle olması gereken bir
olaydır, bu İmam’da diktatör değil, Kur’an ışığında Şura ile yönetim
yapan bir imam olmalıdır. Biz İmamlık maskesi altında babadan oğula
saltanat yapmak isteyen kimselerin İmam’lığını kabul etmeyiz. Hele
iddia edilen imamlar ölüp gitmişse ve güncel olarak aktif bir
şekilde yaşamıyorlarsa, birileri kendilerini onlarla özdeşleştirip
saltanat yapmak istiyorsa bunu da hiç mi hiç kabul etmeyiz. İslam’da
birlik beraber olacaksa bu emrivakilerle, Kur’an’la ilgisi olmayan
boş tehdit ve korkutmalarla değil de, Kur’an’da bildirildiği
şekliyle Peygamberimizi örnek alarak, biat ve şura yoluyla
olmalıdır. Bunun olabilmesi içinde, Kur’an’ı Tek kaynak ve Tek
Rehber olarak kabul etmekten başka bir yol yoktur. Bunun içinde
atalar dini şeklinde ortaya konan rivayetlerin, Kur’an’a rakip imam
olarak ortaya konmaması gerekir, Eğer Kur’an’ın Allah kelamı
olduğuna samimi olarak inanıyorlarsa, bütün mezheplerin atalarından
devraldıkları rivayetleri Kur’an ışığında inceleyip uymayanları
dışlamaları, uydurmaya çalışmak içinde yersiz tevillere
girişmemeleri ve batıni manalarla referans vermemeleri gerekir.
Rivayetlere dayalı mezheplerin, rivayetleri çelişkilerle dolu olduğu
gibi, Kur’an’a uymayan, Kur’an’a karşıt birçok hususlar da ihtiva
etmektedirler. Bu rivayetlerden değil din oluşturmak, kargaşadan ve
çelişkilerden başka bir şey elde edilemez. Bu tün bunların sonucunda
mezhepler arasında düşmanlık ve menfi rekabet, her kafadan ayrı bir
sesin oluştuğu bir inanç parçalanması ile Kur’an ölçüsüne göre
kabulü mümkün olmayan şöylece bir manzara oluştu:
1- Seçilmiş Devlet Başkanı yerine babadan oğula devreden Kraliyet.
2- Kûr’an yerine, rivayetler, keyfi şahıs sözleri, felsefi görüşler
ve tağuti uygulamalar.
3- İslâm birliği yerine, mezhepler ve fırkalar.
4- Mescit yerine, tekke ve zaviyeler.
5- Açık Kûr’an öğretisi yerine, batini öğreti.
6- İslâm ümmetçiliği yerine ırkçılık.
7- Takva ile üstünlük yerine, soy sop üstünlüğü.
8- Namaz yerine, sema, raks ve çalgı aletleri.
9- Kabe yerine, türbelerin tavaf edilmesi.
10- Allah'a iman ve Allah’ın birliği yerine, Kutup, Gavs, kırklar,
Yediler, Evtâd v.s. Telakki edilen kimseler.
11- Zekat ve Sadakalar yerine, Sofistlere vakıf tahsisi ve mali
destek.
12- Helal ticari kazanç yerine, faizcilik ve karaborsacılık.
13- Aktif, adaletli ve çalışkan toplum yerine, hak gözetmeyen pasif
ve tembel toplum.
14- Yaratılış ve yaratıklar üzerine açık ve müspet düşünen toplum
yerine, düşünceden kaçan, akletmeyen, boş hayaller kuran fertler
toplumu.
15- Meşru müdafaa üzerine kurulu, af ve barışa teşvik eden İslâm
cihadı yerine, haksız saldırılar ve çapulculuk.
16- Allah’ın korumasını isteme yerine nazarlıklar, muskalar, kullar
v.s. den medet ve koruma ummak.
17- Allah’a istiâne yerine, kullara istiâne.
18- Peygamber yerine, Rivayet imamları, Mehdi iddiaları, şu kadar
surede şu şahıs geldi veya İsa Peygamber gelecek v.s. gibisinden,
insanların kurtuluş için Kûran'a umut besleme morallerini kırma
amaçlı iddialar.
19- Allah’ın tevhidi; birliği yerine, kulların ilâhlık iddiaları.
20- Aklı önemseme ve kullanma yerine, aklı küçümseme ve ret etme.
21- Gayba iman yerine, gayb konusunda keyfi iddialar ve falcılık.
22- Açık ve adil İlâhi adalet yerine, zorbaların ve diktatör
yöneticilerin tağuti ve keyfi kararları.
Bu gibi kimselerden uzak durulması gerektiği hususunda Kûran'dan
mealen:
- Dinlerini parça parça edip, grup grup
olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi
Allah'a kalmıştır, sonra (Allah) onlara yaptıklarını haber
verecektir. 6/159
- Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve (Allah'a)
ortak koşanlardan olmayın 30/31
- (O ortak koşanlardan olmayın ki onlar), dinlerini parçaladılar ve
bölük bölük oldular. Her hizip (parti) kendi yanındakiyle sevin(ip
övün) mektedir. 30/32
- Kâfirlere boyun eğme ve bununla (bu Kûran ile) onlara karşı büyük
cihad et 25/52
DURUM BÖYLE OLUNCA İSLÂM DİNİNDE TEBLİĞ VE İRŞAT GÖREVİ KİMLER
TARAFINDAN VE NASIL YAPILA BİLİR :
İslam dininde Tek Kaynak ve Tek Rehber Kûran'dır, dolayısıyla
Kûran'a inanan ve İslam dini adına öğretide bulunanların yaptıkları
her öğreti için dayanak olarak Kûran'dan ayet göstermeleri,
öğrenenlerinde kendilerine yapılan öğreti ile ilgili olarak ayet
delili istemeleri şarttır. Bu sağlanırsa gerek fert bazında gerekse,
birden fazla kişi bazında tebliğ ve irşat yapılabilir.
Kişi bazında tebliğ ve irşat yapılabileceğiyle ilgili olarak
Kûran'dan mealen:
- (İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan
ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?
41/33
- (Lokman oğluna öğüt verip der ki) "Yavrum namazı kıl, iyiliği
emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelene sabret. Çünkü bunlar
(Allah'ın yapmanı emrettiği) kesin işlerdendir." 31/17
Ümmet bazında da tebliğ ve irşat yapılabileceğiyle ilgili olarak,
Kûran'dan mealen :
- Yarattıklarımızdan (öyle) bir ümmet var ki Hakk'a iletirler ve hak
ile adâlet yaparlar.7/181
- İçinizden hayra hayra çağıran, iyiliği buyurup kötülükten meneden
bir ümmet olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir. 3/104
Devlet bazında tebliğ ve irşat yapılabileceğiyle ilgili olarak
Kûran'dan mealen:
- Onlar (o kimselerdir) ki kendilerine yer
yüzünde iktidar verdiğimiz takdirde namazı kılarlar, zekatı
verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeğe çalışırlar.
Bütün işlerin sonu Allah'a âittir. 22/41
Tebliğ ve irşat yapan kimselerin kendi nefislerini de unutmamaları
gerektiği hususunda Kûran'dan mealen :
- Siz Kitâbı okuduğunuz halde, insanlara
iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor
musunuz? 2/44
Bu konuda Kûran'dan daha birçok örnek vermek mümkündür, fakat
verdiğim örneklerden de, İslam dininde tebliğ ve irşat konusunda
araçtan çok amacın esas olduğu, amacın gerçekleşmesi için meşru her
imkanın kullanılabileceğini görmek mümkündür.
Tebliğ ve irşat görevinde Kaynak ve Rehber Kûran'dır
- Gerçekten bu Kûran en doğru yola iletir
ve iyi işler yapan müminlere, kendileri için büyük bir ecir olduğunu
müjdeler. 17/9
- Dedi ki: Bana vahiy olundu: Şüphe yok ki,
cinlerden bir topluluk dinlemişte demişler ki; Muhakkak biz, bir
acîb (hârikûlâde) -eşsiz- bir Kur'an işittik. 72/1
- Doğru yola rehberlik ediyor, artık biz ona îman ettik ve Rabbimize
hiç bir kimseyi ortak tutmayacağız. 72/2
İMAMİYYE ŞİASINDA İSLAM ADINA ÖNERİLEN ÖĞRETİ SİSTEMİ:
“... İbrahim b. Abdulhamid, Ebul Hasan Musa (Musa b. Cafer
aleyhisselâm)’dan şöyle rivâyet eder: Resûlullah (sallallahu aleyhi
ve âlihi) bir gün mescide girdiğinde, insanların bir adamın
etrafında kümelendiklerini gördü. <<Nedir bu?>> diye sorduğunda: “O
bir allâmedir.” dediler. Buyurdu ki: <<Nedir âllame?>> Dediler ki:
Arapların soylarını, Arap tarihinde yaşanan olayları, cahiliye
döneminin önemli gelişmelerini ve Arap şiirini en iyi bilen
adamdır.”
Bunun üzerine nebi (sallallahu aleyhi ve âlihi) şöyle buyurdu: <<
Böyle bir ilmi bilmemek insana zarar vermediği gibi bilmek de fayda
vermez.>> Ardından şöyle buyurdu: << Asıl ilim üç kısma ayrılır:
Kur’an’dan muhkem bir âyet. Yerine getirilen bir farz... Pratikte
yaşanan bir sünnet...Gerisi fazlalıktır...>> (Usul-u Kâfi sh 36
H.44) .
Görüldüğü gibi, iddia ettiklerine göre tarih öğrenmek faydasız,
Muhkem ayetler İlimdir, fakat Müteşabih ayetler fazlalık, sünneti
uygulamak ise İlimdir, tabi ki bu sünnette kabul ettikleri hadislere
uygun bir sünnet olmalıdır, Şöyle ki:
“... Ebul Buhteri, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’dan şöyle
rivâyet eder :
<< Âlimler peygamberlerin vârisleridir; çünkü peygamberler miras
olarak dirhem ve dinar bırakmazlar. Bilâkis, hadislerden bir hadis
miras bırakırlar. Kim bundan bir şey alırsa büyük kazanç elde etmiş
olur. O halde sahip olduğunuz ilmi kimden aldığınıza bakın. Çünkü
biz Ehl-i Beyt’ten her halefin döneminde âdil birileri çıkar,
aşırıların tahriflerini, bâtıl ehlinin işlerine gelen kısmını alıp
geri kalanını geri kalanını değiştirme amaçlı girişimlerini ve
cahillerin yorumlarını dinden ayırırlar.>> (Usul-u Kâfi sh 37 H.45)
.
Kendilerince kabul gören hadislerin ve hadis anlayışlarının
ihtilaflı olmaları veya çelişkili olmaları onları rahatsız eden bir
husus değildir, bu durumlar karşısında tavsiye ettikleri şey, teslim
olmak kaydıyla ihtilaflı hadislerden herkesin işine geleni alıp
uygulaya bileceğidir. Şöyle ki:
Müellifin ön sözünde şöylece bir ifade geçer;
“... İmam (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur: <<Teslim olmak kaydıyla
farklı rivâyetlerden istediğinizi alıp uygulayabilirsiniz. >>
(Usul-u Kâfi sh 7.)
Bu öyle bir ifadedir ki, bu ifadeye göre ihtilaflı hadisler adedince
İslam adına değişik itikad elde etmek mümkündür, böyle bir durum
inanç parçalanmasının ana nedenlerinden biridir.
Aslında onlarda önemli olan husus Kabul ettikleri imamlara inançta
bağlılık olayıdır, bu olduktan sonra onlarca amellerin bir önemi
yoktur, Zira “İmam’ı kabul eden kişi zalim ve kötü bir kişi olsa
dahi, cennetlik, İmam’ı kabul etmeyen kişiler, amelleri iyi ve
kendileri muttaki olsalar da cehennemliktirler,” diye rivayet tahdis
etmektedirler, şöyle ki:
“... Abdullah b. Sinan. Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’dan
şöyle rivâyet etmiştir: << Allah, amelleri iyi ve kendileri muttaki
olsalar da, Allah tarafından yetki verilmeyen imamın velâyeti
altında ibadet eden bir ümmete, azap etmekten utanmaz. Ve Allah,
kişisel amelleri itibariyle zalim ve kötü olsalar da Allah
tarafından yetki verilen bir imamın velâyeti altında ibadet eden bir
ümmete de azap (bela göndermek)’ten haya eder. >> (Usul-u Kâfi sh
561-562 H.970.)
Görüldüğü gibi, İmamiyye Şiasına göre dinde esas olan, kendilerince
kabul edilen bir İmamın İmamlığını kabul etmektir. Bu manada olmak
üzere birçok hadis rivayet etmektedirler, şöyle ki:
“... Muaviye b. Ammar, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’dan:
“En güzel isimler Allah’ındır. O’na bu isimlerle dua edin.” (A’raf,
180) âyetiyle ilgili olarak şöyle rivâyet etmiştir: << Allah’a yemin
ederim ki biziz Allah’ın en güzel isimleri. Öyle ki imamlığımızı
kabul etmeyen hiçbir kulun amelini kabul etmeyecektir. >>“ (Usul-u
Kâfi sh 192 H.353.)
“... Haris b. Muğire şöyle rivâyet etmiştir: Ebu Abdullah (Cafer
Sadık aleyhisselâm)’a dedim ki: “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
âlihi), İmamını bilmeden ölen kimse, bir tür cahiliyye üzerine
ölmüştür, buyurmuş mudur? << Evet.>> dedi. “Burada kastedilen
cahiliyye, cahillerinki mi yoksa imamını bilmeyen kimselerinki mi?”
dedim. << Küfür, nifak ve sapıklık cahiliyyesi.>> dedi. (Usul-u Kâfi
sh 562-563 H.973.)
Görüldüğü gibi, İmamlar, Allah’ın isimleridir; İmamları kabul
etmeyenler müşriktir, demektedirler, bu manada daha birçok
rivayetleri vardır. Ayrıca İmamlık konusundaki şu rivayetleri
ilginçtir:
“... Ebu Basir şöyle rivâyet etmiştir: Ebu Abdullah (Cafer Sadık
aleyhisselâm)’ın yanına girdim. O sırada beş yaşını doldurmamış bir
çocuk elimden tutmuş bana yol gösteriyordu. İmam bana dedi ki: << Bu
yaştaki bir çocuk, sizin üzerinize hüccet olduğu zaman haliniz ne
olacak? >> veya şöyle dedi: Yakında bunun yaşında bir çocuk
üzerinizde velâyet sahibi olacak. (Usul-u Kâfi sh 573-574 H.991.)
“... Muhammed b. İsmail b. Rebi şöyle rivayet etmiştir. Ebu Cafer
(aleyhisselâm)’a imamlıkla ilgili bir soru sordum ve dedim ki: “İmam
yedi yaşından küçük olabilir mi?” <<Evet.>> dedi. << Beş yaşından da
küçük olabilir.>>
Sehl der ki: “Ali b. Mehziyar bu hadisi bana iki yüz yirmi bir
tarihinde aktardı” (Usul-u Kâfi sh 574 H.992.)
“... Seffan b. Yahya şöyle rivayet etmiştir: İmam Rıza ( Ali b. Musa
aleyhisselâm)’a dedim ki: “Allah henüz sana Ebu Cafer
(aleyhisselâm)’ı bağışlamamışken sana bu hususta sorular sorar ve
sen da bize: << Allah bana bir erkek çocuk bağışlayacaktır.>>
derdin. Gerçekten Allah sana bir erkek çocuk verdi de bizim
gözlerimizi aydınlattı. Allah bize o günleri göstermezsin: ama emri
hak vaki olursa. İmam olarak kime tabi olacağız?” Önünde duran Ebu
Cafer (aleyhisselâm)’ı işaret etti.
- Dedim ki: “Sana kurban olayım o henüz üç yaşında bir çocuk?”
Buyurdu ki: << Bunun bir zararı yoktur. Nitekim İsa (aleyhisselâm)
da hüccet görevini yaparken henüz üç yaşındaydı.>> (Usul-u Kâfi sh
835 H.468.)
“... Feyz b. Muhtar anlatmış: Ebu Abdullah (Cafer Sadık
aleyhisselâm)’ın yanında bulunduğum bir sırada, henüz çocuk yaştaki
Ebul Hasan Musa (Musa b. Cafer aleyhisselâm) geldi. O’nu tutup
öptüm. Ebu Abdullah (aleyhisselâm) buyurdu ki: <<Siz gemisiniz, bu
da o geminin kaptanıdır.>>
Ertesi yıl hacca gittim. Yanımda iki bin dinar vardı. Bin dinarı Ebu
Abdullah (aleyhisselâm)’a, bin dinarı da o’na gönderdim. Sonra Ebu
Abdullah’ın yanına geldiğimde bana dedi ki: <<Ey Feyz! O’nu benimle
eşit mi tuttun?>> Dedim ki: “Allah’a yemin ederim ki, bunu sizin
sözünüzden dolayı yaptım.” Buyurdu ki: <<Allah’a yemin ederim ki,
bunu ben yapmadım, bilâkis Allah o’nu bu göreve getirdi.>> (Usul-u
Kâfi sh 809 H.450.)
Görüldüğü gibi Çocuk yaşta imam olunabileceğini, hatta imam olan
çocuğun üç yaşında olmasının gayet normal bir olay olduğunu
söylemektedirler, bu iddialarını ispat etmek içinde şöylece rivayet
etmektedirler:
“... Ali b. Ebsat şöyle rivayet etmiştir: Bir ara Ebu Cafer
(Muhammed b. Ali aleyhisselâm)’ın yanıma geldiğini gördüm. O’na
dikkatlice bakmaya başladım. Baştan ayağa süzdüm. Amacım o’nun
boyunu Mısır’daki arkadaşlarımıza tasvir etmekti. Ben bu şekilde
o’nu süzüyorken, o oturdu ve dedi ki: <<Ey Ali! Allah, peygamberlik
için öngördüğü hücceti, imamlık içinde öngörmüştür ve şöyle
buyurmuştur: “Çocuk iken ona hikmet verdik.” (Meryem, 12) “Buluğ
çağına erişince” (Kısas 14) “Kırk yaşına varınca..” (Ahkaf 15)
Dolayısıyla bir kimseye hikmet, çocuk yaşta da verilebilir, kırk
yaşında da.>>“ (Usul-u Kâfi sh 574-575 H.994.)
Üç ayetten kısmi meal yazarak kendilerince üç beş yaşında ki
çocukların imam olabileceğini iddia etmişlerdir, bu iddiaların
Kur’an öğretisiyle uzaktan; yakından hiçbir ilgisi yoktur, Allah,
hiçbir çocuğu Müslümanların başına Melik olarak tayin etmez, zira
böyle bir şeyin uygulamada hem mantığı yoktur, hem de Müslümanların
zarar görmesine yol açan bir durumdur, konuyu izah etmeden ince
delil olarak öne sürmüş oldukları ayetlere bakalım, Kur’an’dan
mealen:
- Ey Yahya!. Kitabı kuvvetle tut. Ve ona
daha sabi iken hikmet verdik. 19/12
- Vaktaki: Musa, yiğitlik çağına erdi ve olgunlaştı, ona hikmet ve
ilim verdik, ve işte güzel davrananları böylece mükâfatlandırırız.
28/14
- Ve biz insana anasına ve babasına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Onu
anası zahmetle yüklendi ve onu zahmetle doğurdu, onu bu yüklenilmesi
ve sütten kesilmesi -müddeti- ise otuz aydır. Nihâyet güçlü olacağı
zamana erip kırk seneye bâliğ olunca dedi ki: Yarabbî!. Beni
muvaffak kıl, bana ve anam ile babama lütuf etmiş olduğun nîmetine
şükredeyim ve razı olacağın bir güzel amelde bulunayım ve zürriyetim
hakkında da benim için iyilik nasîp buyur. Şüphe yok ki, ben sana
-günahlarımdan- tövbe ettim ve muhakkak ki, ben müslümanlardanım.
46/15
Buradaki yanılgıları, Meryem 12 ayetinde geçen sabi kelimesini çocuk
manasında anlamalarından kaynaklanmaktadır, bu şekilde anlayınca da,
daha doğar doğmaz çocuklarında ilim ve hikmete sahip olabileceğini
zan ettiler, bebek yaştaki çocuklar hikmete sahip olabiliyorlarsa,
beş yaşın altında olan çocuklar da imam olabilir iddiasında
bulundular. Beş yaş altı, doğumdan itibaren olan bir süreyi kapsar,
mantık ve anlayış bu olunca da, haliyle insan anasından doğar
doğmaz, hikmet sahibi olabildiği gibi imamda olabilir
görüşündedirler. Hal bu ki, Ayette (Meryem 12) kitabın kuvvetle
tutulmasından bahsedilmektedir, peki bir bebeğin Kitaba kuvvetle
sarılması nasıl mümkün olur. Kitaba kuvvetle sarılmak, bir eğitim
sürecine ihtiyaç gösterdiği gibi, fiziksel güce sahip olmaya da
ihtiyaç gösterir, bu hususların her ikisi de çocukların sahip
oldukları hususlar değildir. Fiziksel güç edinmek bir sürenin
geçmesine ihtiyaç gösterdiği gibi öğrenmekte öyledir. İsa
Peygamberin vasıflarını emsal alsalar dahi bu onların imamlık
iddialarını desteklemez, şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
- Bunun üzerine ona -çocuğa- işaret etti.
Dediler ki: Biz daha beşikte sabi bulunan ile nasıl konuşabiliriz?.
19/29
- (İsa) dedi ki: Ben şüphe yok Allah'ın kuluyum, bana kitap verdi ve
beni bir Peygamber kıldı. 19/30
Yukarıda mealleri yazılı ayetlerden birçok kimsenin çıkardığı mana
beşikte yatan bir bebeğin, bebek haliyle kitap ve hikmeti bildiği
şeklindedir, bundan dolayı Şia’da çocukların hangi yaşta
bulunulsalar bulunsunlar Kitap ve hikmeti bilebileceklerini
dolayısıyla beş yaş altındaki çocukların dahi imam olabileceğini
iddia etmektedirler, bu ise bir yanılgıdır, İsa peygamber
doğduğunda, ne elinde; nede yastığının altında İncil yoktu, İsa
peygamber bir mucize olarak sadece statüsünü ve neyle görevli
olduğunu bildiriyordu. Kitabı, hikmeti ve İncili fiili olarak
öğrenmesi sonradan gerçekleşecek bir olaydır. Sabi kelimesi de Çocuk
manasında değildir, Sabi kelimesi, çocuk olsun veya olmazsın bir
kimsenin Toy olduğuyla ilgilidir, Toyluk, bir kimsenin gençliği veya
küçüklüğü sebebiyle güçsüz ve beceriksiz; nefsinin isteklerine
meyledebilir durumdaki, deneyimsiz acemi olmasını belirten bir
mecazi sıfattır. Musa ve İsa peygamberin öğrenmesiyle ilgili olarak,
Kur’an’dan mealen:
- Ona (İsa’ya) Kitâbı, hikmeti, Tevrat ve
İncil'i öğretecek. 3/48
- Vaktaki: Musa, yiğitlik çağına erdi ve olgunlaştı, ona hikmet ve
ilm verdik, ve işte güzel davrananları böylece mükâfatlandırırız.
28/14
Görüldüğü gibi, Musa Peygamberin ve İsa Peygamberin, fiili olarak
öğrenmesi sonradan meydana gelecek olan bir olaydır. Yahya peygamber
için de, daha sabi iken Kitab (Tevrat)’a kuvvetle sarılmasının
emredilmesi güçlü, kuvvetli bir yetişkinlikte olduğu, sabi kelimesi
de, kitaba sarılmasının kendisine emredildiği anda henüz Toy
olduğunu belirtir, Toyluk, buluğa ermiş genç adamlarda da olabilir,
bir kimsenin sabi (toy) olması çocuk olmasını gerektiren bir olay
değildir, Kur’an’dan mealen:
- (Yusuf:) Rabbim! Bana zindan, bunların
benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden
çevirmezsen, onlara meyleder (esbû) ve cahillerden olurum! dedi.
12/33
Görüldüğü gibi, Yusuf peygamber duasında “Esbû” demekle Sabi
kimselerin davranabileceği kimseler gibi davranırım da, Cahillerden
olurum diyerek, buna karşı, Allah’tan korunmasını istemektedir.
Bundan dolayı Sabilik Çocuk olmayı gerektiren bir olay değildir,
Şiiler ise, sabi olmayı, çocuk olmayla özdeşleştirerek, bebek dahi
olsa, beş yaş altındaki çocukların İmam olabileceklerini iddia
etmektedirler. Bu ise Kur’an’a uyan bir husus değildir, Allah
Müslümanlara bebek imamlar emretmez, böyle bir şey emretmesi,
Müslümanları yönetimde zaafa düşerek, zarara uğramalarına neden
olur, Allah, Müslümanları zarara uğratacak şeyler emretmez.
Kur’an’da bütün meseller vardır, bunları örnek aldığımızda İmamlık
konusunu açıkça anlayabiliriz, Kur’an’dan mealen:
- Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım
kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni
insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ
Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem)
buyurdu. 2/124
Güldüğü gibi İmamlık kişiseldir, İslam dininde soya ve akrabalığa
bağlı bir İmamlık olayı yoktur.
İmamlık Rahmana kul olan herkesin sahip olabileceği bir mevkidir,
Kur’an’dan mealen:
- Ve onlar ki: "Ey Rabbimiz"! Bize
eşlerimizden ve zürriyetlerimizden gözler aydınlığı ihsan et ve bizi
takva sahiplerine iman kıl derler. 25/74
Kur’an’ın kendiside imamdır, O’nun Allah kelamı olduğuna inanan ve
O’na uyan herkes başka hiçbir İmama ihtiyaç olmadan, Allah’ın
emrettiği İslam dinini rahatlıkla öğrene bilir ve yolunu şaşırmaz.
Kur’an öyle bir İmamdır ki, İslam dinindeki İmamlarında İmamıdır,
Kur’an’dan mealen :
- Rabbin tarafından (gelmiş) açık bir
delile dayanan ve kendisini Rabbinden bir şahidin izlediği, ayrıca
kendisinden önce, bir İmam ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitab'ı
(elinde) bulunan kimse (inkârcılar gibi) midir? Çünkü bunlar ona
(Kur'an'a) inanırlar. Zümrelerden hangisi onu inkâr ederse işte
cehennem ateşi onun varacağı yerdir, bundan şüphen olmasın; zira bu,
senin Rabbin tarafından bildirilmiş gerçektir; fakat insanların çoğu
inanmazlar. 11/17
- Ondan önce de bir rahmet ve İmam olarak
Musa'nın kitabı vardır. Bu (Kur'an) da, zulmedenleri uyarmak ve
iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş,
doğrulayıcı bir kitaptır. 46/12
İslam dininde, Peygamberlerin Melik, yani hükümdar olmaları şart
olmadığı gibi, Meliklerinde Peygamber olmaları şart değil, fakat
Peygamberimiz örneğinde olduğu gibi bu iki sıfat bazen bir kişide de
birleşebilir, Peygamberimizden sonra kıyamete kadar başka bir
peygamber (nebi) gelmeyeceğinden, ondan sonra Müslümanların
yapabilecekleri şey meliklik yani hükümdarlıktır. Bunların
vasıflarıyla ilgili olarak Kur’an’dan mealen :
- Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri
gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere:
"Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda
savaşalım" demişlerdi. "Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?"
dedi. "Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış
olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?" dediler.
Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp
kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir. 2/246
- Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak
gönderdi dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz
halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar
verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. "Allah sizin
üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah
mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi
bilendir" dedi. 2/247
Görüldüğü gibi, Müslümanların idare edecek olan yöneticilerin, hem
bedenen hem de ilmen üstün şahıslar olmaları gerekir. Peygamberin
mevcudiyetine rağmen, halktan birinin, Allah tarafından Melik tayin
edilmesi, İmamiyye Şiasının ileri sürmüş olduğu, dini kisveli, soya
bağlı, babadan oğula devreden İmam anlayışıyla bağdaşmaz. Bundan
dolayı İmamiyye Şiasının İmam anlayışı Kur’an’a uygun değildir.
Çocuk İmam ne yapar:
“... Safvan el-Cemmal şöyle rivâyet etmiştir: Ebu Abdullah (Cafer
Sadık aleyhisselâm)’a: “Bu işin sahibi kimdir?” diye sordum, buyurdu
ki: <<Bu işin sahibi oynamaz eğlenmez biridir.>> Sonra yanındaki
Mekke cinsi bir oğlakla gelen ve oğlağa <<Rabbine secde et.>> diyen
çocuk Ebul Hasan Musa (Musa b. Cafer (aleyhisselâm) o’nu tuttu
bağrına bastı. Sonra şöyle dedi: <<Oynamayan ve eğlenmeyen kimseye
anam babam feda olsun.>> (Usul-u Kâfi sh 449 H.808.)
Kur’an hayvanlara da tebliğ yapılsın diye inmemiştir, hayvanlara
tebliğ yapanlar veya hayvanları din açısından insanlar gibi
değerlendirenler, İslam dinini anlayamamış veya aklı ermeyen
kimselerdirler, bir çocuğun çocukça bir davranışla oğlağa tebliğ
yapması henüz aklı ermediğinden normal karşılanabilir, fakat
yetişkinlerin bunu bir meziyetmiş gibi ortaya koymaları normal
karşılanamaz. Çocuklar yaşları icabı oynar ve eğlenirler, bir
peygamberin dahi çocukluğunda oynaması ve eğlenmesi normaldir, bu
bir kusur değildir, oynamamış olması ise anormalliktir. Kur’an’dan
mealen:
- Dediler ki: "Ey babamız! Sana ne oluyor
da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini
istemekteyiz. 12/11
- Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin),
oynasın. Biz onu mutlaka koruruz." 12/12
- (Babaları) dedi ki: Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan
habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım. 12/13
Görüldüğü gibi, oynama ortamı müsaitse Çocukların oynaması normal ve
iyi bir olaydır. Yusuf’un babasının gösterdiği kaygı ortamla
ilgilidir, Yusuf’un oynaması ve eğlenmesinden dolayı değildir.
Hayvanlarında İslam Şeriatı kapsamına alınması, İslam diniyle bir
ilgisi olmadığı gibi, din kapsamının yanlış anlaşılmasına da yol
açar. Şöylece bir rivayet iddia ettiler:
“... Muhammed bir Müslim şöyle rivâyet etmiştir: Bir gün, Ebu Cafer
(aleyhisselâm)’ın yanında bulunuyordum, birden iki çift kumru gelip
duvara kondular. Kendi dillerince ötmeye başladılar. Ebu Cafer
(Muhammed Bâkır aleyhisselâm) bir saat boyunca onların onların
sözlerine karşılık verdi. Sonra uçmaya hazırlandılar, duvarın öbür
tarafına uçtuktan sonra, erkek kumru bir saat kadar dişi kumruyla
konuştu. Sonra uçup gittiler.
Ben dedim ki: “Kurban olayım sana, bu kuşların sorunu nedir?” Dedi
ki: << Ey İbni Müslim! Allah’ın yarattığı her şey, kuş ve hayvan
veya canlı olan başka bir şey mutlaka bizi dinler ve
Ademoğullarından daha çok bize itaat ederler. Şu kumru dişisinden
kuşkulanıyordu, dişide yapmadım diye yemin ediyordu. Dişisi ona dedi
ki: “Muhammed b. Ali’nin hakemliğini kabul ediyormuşsun?” Benim
hakemliğimi kabul ettiler, ben de erkek kumruya dedim ki: <<Sen
eşine haksızlık ediyorsun.>> Bunun üzerine eşinin doğru söylediğini
kabul etti. (Usul-u Kâfi sh 713 H.1271.)
Ya işte böyle, dünyada ne iftiracı kumrular varmış, fakat ne gam
imam hemen meselelerini halleder demektedirler, fakat rivayette bir
çelişki var, erkek kumru İmamın dediğini hemen kabul ettiyse,
duvarın öbür tarafında neden dişi kumruyla birlikte bir saat daha
konuşma ihtiyacı duydular.
İMAMİYYE ŞİASINA GÖRE İNSANLARIN NEDEN SORUMLU OLDUKLARI :
“... Sedir şöyle rivayet etmiştir: Ebu Cafer (Muhammed Bâkır
aleyhisselâm)’a dedim ki: “Senin dostlarını, aralarında ihtilaf eder
halde bırakıp geldim. O denli ihtilaf ediyorlardı ki, birbirlerinden
uzaklaşıyorlar.” Buyurdu ki; << Bunun sana bir zararı yok. İnsanlar
üç şeyden sorumlu tutulmuşlar: 1) İmamları tanımak. 2) İmamların
kendilerine yönelttikleri emirlere teslim olmak. 3) İhtilafların
çözümünde imamlara müracaat etmek.>> (Usul-u Kâfi sh 585 H.1011.)
Dediklerine göre, İnsanların bütün sorumluluğu, İmamlara imandan
ibaretse, o zaman İslam dininde iman konusu olan diğer hususlar ne
olacak, örneğin sorumlulukta, Peygamberin ve Kur’an’ın konumu nedir?
Bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedirler:
“... Muhammed b. Müslim şöyle rivayet etmiştir: Ebu Cafer (Muhammed
Bâkır aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum: << Kaynağı biz Ehl-i
Beyt imamları olmadıkça, hiçbir insanın yanında hak ve doğruluk
namına bir şey yoktur, hiçbir insan hakka uygun bir hüküm veremez.
Nitekim çeşitli meseleler baş gösterdiğinde, onlar her zaman hata
etmiş ve Ali (aleyhisselâm) doğruyu göstermiştir.>> (Usul-u Kâfi sh
599 H.1040.)
“... Zurare şöyle rivâyet etmiştir: Ebu Cafer (Muhammed Bâkır
aleyhisselâm)’ın yanındaydım. Küfeli bir adam İmama, Ali
(aleyhisselâm)’ın: << İstediğinizi bana sorun. Bana ne sorarsanız
sorun, mutlaka size onu açıklarım.>> sözünün anlamını sordu. Buyurdu
ki: << İnsanların yanında ilim namına her ne bulunuyorsa, mutlaka
Emir’ül-Mü’minin (aleyhisselâm)’dan kaynaklanmıştır. İnsanlar
istedikleri yere gidebilirler. Allah’a yemin ederim ki, işin kaynağı
burasıdır.>> İmam bunu söylerken evini işaret ediyordu.-” (Usul-u
Kâfi sh 599 H.1041.)
“... Ebu Meryem şöyle rivâyet etmiştir: Ebu Cafer (Muhammed Bâkır
aleyhisselâm), Seleme b. Kuheyl ve Hakem b. Uteybe’ye dedi ki:
<<İster doğuya gidin, ister batıya gidin, sahih ilmi biz Ehl-i
Beyt’ten başka bir yerde bulamazsınız. >> (Usul-u Kâfi sh 599
H.1042.)
Bu şekilde söz söylemek Kur’an’ı yok saymak demektir, her Müminin
veya her Müslüman'ın evinde ve elinde Kur’an bulunabilir, her Mümin
veya Müslüman ihtiyaç duyacağı bütün bilgileri Kur’an’dan
öğrenebilir, Kur’an’ı beli şahıslara bağlamak ve onun bilgisini
belirli kimselerde tekelleştirmek, onun İnsanlara ulaşma hürriyetini
bağlamaya çalışmak suretiyle onu yok saymaktır. Kur’an’a karşıt
olarak hadis veya rivayet adı altında tahdis edilen bu gibi
sözlerin, Ne İmam Ali nede Muhterem evlatları tarafından söylenmiş
sözler olduğuna ihtimal vermiyorum, bundan dolayı, İmam Ali ve
Evlatlarını bu gibi sözler söylemiş olmaktan tenzih ederim. saygın
şahsiyetlerin adı kullanılarak uydurulmuş bu kabil sözler, Kur’an’a
uymadığı gibi, aklı başında insanların kabul edeceği sözlerde
değildirler, Kuleyni, Buhari ile yarışa girmiş gibi, Kur’an’a uysun
uymazsın aklına geleni sıralamış, Kur’an’ı bir tarafa bırakıp bu
gibi şahısların sözüne uyanlar gerçekten kendilerine yazık
ediyorlar. Şöyle ki:
“... Muhammed b. Abdullah merfu olarak Ebu Abdullah (Cafer Sadık
aleyhisselâm)’dan şöyle rivâyet etmiştir: <<Ebu Tâlib, ebced
hesabıyla iman etmiş. Yani bütün dillerde müslüman olmuştur.>>
(Usul-u Kâfi sh 680 H.1216.)
“... İsmail b. Ebu Ziyad, Ebu Abdullah (Cafer Sadık
aleyhisselâm)’dan şöyle rivâyet etmiştir: <<Ebu Tâlib, ebced
hesabıyla müslüman olmuştur, dedikten sonra almış üç rakamını
gösterdi.>> (Usul-u Kâfi sh 680 H.1217.)
Bu sözlerin İslam diniyle hiçbir ilgisi olmadığı bir tarafa, bana
göre bu sözlerden akla mantığa uygun bir şey ortaya koyabilecek hiç
kimse yoktur, ne demek, ebced hesabıyla iman, ebced hesabıyla
müslüman?
İmamların nerde ne zaman öleceklerini bildiklerin ve ancak kendi
istekleriyle öldükleri tahdis ettiler, şöyle ki :
“... Hasan b. Cehm şöyle rivâyet etmiştir: İmam (Ali b. Musa
aleyhisselâm)’a dedim ki: “Emir’ül-mü’minin (aleyhisselâm), kim
tarafından ve hangi gece ve nerede öldürüleceğini biliyordu. Ayrıca
evde kazların evde öttüklerini duyunca: << Bu ötmeleri, matem
inlemeleri izleyecek...>> demişti. Sonra Ümmü Gülsüm: “Bu gece
namazı evde kılsan ve başkasına, insanlara namaz kaldırmasını
emretsen olmaz mı?” demişti; ama bunu reddetmiş ve gece boyunca sık
sık silahsız olarak dışarı çıkıp gitmişti. Oysa o, İbni Mülcem’in -
Allah’ın lâneti üzerine olsun- kendisini kılıçla öldüreceğini de
biliyordu. Acaba bu davranış, işlenmesi caiz olmayan hareketler
kapsamına girmez mi?” Buyurdu ki: << Dediğin doğrudur; ancak o, o
gece yaşamak ile Allah’a kavuşmak arasında muhayyer bırakıldı. Ali
(aleyhisselâm)’da Allah, Azze ve Celle’nin kendisiyle ilgili
takdirinin cereyan etmesini tercih etti.>> (Usul-u Kâfi sh 362
H.668.)
İmam Ali’nin, bilerek kendi eliyle kendini katilinin eline teslim
ettiğini düşünmek veya iddia etmek, İmam Ali’ye saygısızlık olduğu
gibi rivayet Kur’an’a uygun değildir, şöyle ki : Kur’an’dan mealen :
- Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak
Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir.
Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç hangi yerde
öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden
haberdardır. 31/34
- Ve eğer Allah Teâlâ insanları zulümleri sebebiyle cezalandıracak
olsa idi yeryüzünde hiç bir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir
edilen bir zamana kadar erteliyor. Onların ecelleri geldiği vakit
ise onlar ne bir saat geri kalabilirler, ve ne de öne geçebilirler.
16/61
- Allah hiç bir nefsi eceli geldiği vakit sonraya bırakmaz, ve Allah
her ne yapar iseniz haberdardır. 63/11
SAYFA DEVAMI
►
2. KİTAP BÖLÜM 9